Hepimizi içinde barındıran (yaşadığımız) bir tek gerçeklik (dünya) vardır. Öte yandan her bireyin zihninde gerçeğe az ya da çok benzeyen tasarımsal bir dünya daha vardır. Bu ikisi arasındaki uyum veya uyumsuzluk kişinin ruhsal sağlık veya sağlıksızlık durumunu belirler.
İç dünyamızın tarifi
Bir kişinin iç dünyasında gerçekte var olan nesnelerin temsilleri ve kişinin kendilik temsili bulunur. Kendilik ve nesne temsilleri tıpkı dış dünyadaki gibi canlı, aktif ve etkileşim içindedir.
İç dünyanın oluşumu dış dünyadaki nesnelerin içselleştirilmesi yoluyla olur. Örneğin bir kişi yeni bir araba aldığında bir miktar zamanını aracın özelliklerini keşfetmeye harcar. Hatta bazen aracın içinde bir şey bulmakta zorlanır. Eğer trafikte aracı kullanmaktaysa aracı durdurup tüm dikkatini vererek istediği şeyi arar. Bir kez araç içselleştirildiğinde artık trafikte seyrederken eller otomatik olarak torpido gözüne gidip bir kalem çıkarabilir veya radyonun ayarını hiç bakmadan yapabilir. Kişi bu esnada hep yola bakıyordur. Peki, radyoya bakmadan nasıl kanal değiştirmiştir? Aslında radyoya hiç bakmamış değildir. Gerçeğine bakmasa da zihnindeki radyoya bakmış ve ayarı ona göre yapmıştır.
Benzeri şekilde evine her uğradığınızda lezzetli yemekler yediğiniz birini düşünün. Yine kapısını çaldınız ve sofraya oturdunuz. Lezzetli yemekleri getirmek üzere değil mi? Lezzetli yemekleri getireceği garanti olan arkadaşınız değildir. Zihninizdeki dünyada yaşattığınız o kişinin temsilidir. Belki bu sefer hazırlıksız yakalandı, belki de yemeğin dibi tuttu.
Gerçek hayat her zaman bu gibi sürprizlerle doludur. Yine de zihniniz çoğu zaman sizi yanıltmaz ve arkadaşınız nadiren yemeği yakar. Yemek yakma işi sıklaşırsa yakmayan bir arkadaş arayışı içine girersiniz. Böylelikle karnınızı doyurup hayatta kalma şansınız artar.
İç dünyanın gerekliliği
İç dünyamızın gerçeklikle örtüşmeme riski olsa da gerekliliği kaçınılmazdır. Hayatta süreklilik fikrinin gelişebilmesi için nesnelerin ve kendiliğin içe alınıp yaşatılması şarttır. Aksi takdirde insanı mahvedecek bir kaos başlar. Kırk yıldır görüştüğünüz bir kişinin kapısını çaldığınızı düşünün. Kendisiyle ilgili hiçbir fikriniz yok. Misafirden hoşlanır mı? İkramı sever mi? Acaba bir şeyler yiyip de mi gelseydiniz? Yoksa bu konuda çok mu ısrarcıdır? Tok olmanıza rağmen zorla yedirir mi? Acaba sizin hakkınızda ne düşünüyor? Gelişinize sevinir mi? Yoksa üzülür mü? Tüm bu soruların cevapsız kaldığını düşünün. Eliniz zile gider de zili çalar mı? Neyse ki tüm bu sorulara cevap verecek birisi vardır. O da arkadaşınızın içinizdeki temsilidir. Siz zili çalmadan o sizi eve buyur edip ikramda bulunur. Siz de zili çalmayı seçersiniz. Tabii, tam tersi de olabilir. Zihninizdeki arkadaşınız gelişinizden hoşnut değilse zili çalmaktan vazgeçer ve başınızın çaresine bakarsınız. Kısacası iç dünyamız bize dış dünyayla ilgili süreklilik arz eden bir fikir sunar ve bize karar verme kolaylığı sağlar.
Dış dünyadaki ilişkilerin tümü arkadaşlık içinde olmadığı gibi tüm kararlar da zile basıp basmamak kadar kolay değildir. Gerçek dünya birçok sıkıntıyı içinde barındırır. Üstelik bu sıkıntıların üstesinden gelmek için çok fazla tekrar şansınız yoktur. Diyelim ki bir ev satın alacaksınız. Hesapların tutması, sizin evi beğenmeniz, iş yerine uzaklığı, ödemeleri yürütüp yürütemeyeceğiniz gibi birçok faktör değerlendirilmelidir. Gerçekte evi alıp banka borcunun altına girmek yerine iç dünyanızda evi alır ve duygunuzu tartarsınız. Hem olacakları denemiş hem de risk almamış olursunuz. Bir başka durumda ilk iş başvurusunu yapan bir genci düşünün. Kim bilir o görüşmeye gitmeden önce zihninde kaç görüşme yapar? İç dünyamız her iki örnekte de risksiz bir prova ortamı sunarak dış dünyanın gerilimlerini azaltmaya yardımcı olmuştur.
Bir de yaratıcılık meselesi vardır. Herhalde yaratıcılığın yegane kaynağı iç dünyamızda dışarıdaki katı gerçeklikten kolayca uzaklaşma özgürlüğüdür. Orada istediğimiz her an yapıp her an yıkma şansımız vardır. İnsan hayalinde ister uçar, ister suyun altında yaşar, isterse uzayın derinliklerinde seyahate çıkar. Bunların içinde gerçeğe en yakın düşenler, dış dünyaya uygulanabilenler yaratıcılık olur.
Aynı örnekler bir de kendimizi nasıl algıladığımız açısından değerlendirilebilir. Eğer ilk örnekte zihnimizdeki arkadaşımız bizi zevkle evine buyur edip ağırlıyorsa zihnimizdeki kendimizin nasıl biri olduğunu bize açıkça anlatan bir tarif sunar. Biz davet edilen, sevilen biriyizdir. Kapıyı çalınca yüzler ekşiyorsa, o zaman pek hoşlanılmayan biriyizdir. Benzeri şekilde iş başvurusu ve diğer örnekler de hep bizi tarif eden, kendiliğimizi anlatan geri bildirimlerdir. Bunları üst üste koyunca sürekliliği olan bir kendilik temsili de içimizde yaşıyor olacaktır.
Başta da söylendiği gibi, içimizdeki kendilik ve nesne temsilleri canlı ve etkileşim içindedir. İçimizde yaşadıklarımız günlük hayatımızda çevreyle kurduğumuz gerçek temas kadar önemlidir. Zira çoğu zaman başvuru kaynağımız gerçek ilişkimiz değil içimizdeki “Nesne İlişkisidir”. Öyleyse kişilerin iç dünyası, davranışları ve dışa vurduğu özellikleri kadar (belki de daha fazla) incelemeye değerdir. Zira dış dünya ile ilişkimizi, huzurumuzu, ruhsal sağlık veya sorunlarımızı belirleyen içimizdeki nesne ilişkileridir. Ruh sağlığı çalışanlarının ilgi odağını da bu alan oluşturur.
İç dünyamız, gerçeklik, psikopatoloji ve psikoterapi
İnsanlar yukarıda saydığımız ve sayamadığımız nedenlerle iç dünyaya gereksinim duyar ve çeşitli şekillerde iç dünyanın nimetlerinden yararlanır. Tabii, bu beklentinin karşılanması için iç dünyanın dış gerçeklikle uyumlu ve kişi için besleyici şekilde yapılanması gerekir. Maalesef, yetiştiğimiz ortam, bizi destekleyen çevre ve genetik özelliklerimizin birleşimi her zaman böyle olumlu bir iç dünya kurgusuna izin vermez.
İnsanların kendileri ve dış dünyayla ilgili algıları yine dış dünyadan aldıkları geri bildirimlerle oluşur. Bir insan ne kadar güzel veya yakışıklı olursa olsun hiç fark edilmiyor veya sürekli olumsuz geri bildirim alıyorsa kendisini çirkin hissetmesi hiç de garip değildir. Benzeri şekilde alanında kariyerinin zirvesinde olup başarısızlık korkusu yaşayan bir sürü insan vardır. Zira elde ettikleri başarılar içlerinde yer eden beceriksiz kendilik imajını silmeye bir türlü yetmemiştir.
Kişi kendini olduğu kadar nesneleri de olduğundan farklı algılayabilir. Bu noktadan itibaren dış dünyayla kurulan ilişkide iç dünya gerçek güçlüklerin çözümü için çalışmaktan çıkmış; dış dünya iç gerginliklerin gerilimini azaltmanın aracı haline gelmiştir. Sanki bilgisayarınıza virüs girmiş ve hiçbir program düzgün çalışmıyordur. Bu oldukça zorlayıcı, çok fazla zaman ve enerji tüketen bir süreçtir. Bu zorlantılı algı, düşünce ve ilişki kurguları kişiyi psikolojik sorunlara sürükler. (Çok uzun ve detaylı olduğu için hangi kurguların hangi psikolojik sorunlara yol açtığına bu metinde yer verilmemiştir.)
Peki, ama bu işin içinden çıkmak mümkün müdür? Eğer mümkünse kişi bunu kendi kendine yapabilir mi? Hayatın içinde bazı ilişki ve ortamlar iyileştirici olabilir mi? Terapi bunun neresindedir? Kendilik ve dış dünyayla ilgili (patolojik veya sağlıklı) algımız çevremizden aldığımız geri bildirimlerle oluşuyorsa bunun her zaman yeniden yapılandırılması söz konusudur. Kişinin kendi kendine bunu yapması mümkün görünmese de uygun destek ortamında iç dünya yeniden yapılandırılabilir. Hayat içinde bazı ilişki ve ortamların (eğer bozabiliyorsa) iyileştirici olabileceği de doğrudur. Terapi destekleyici unsurların yoğunlaştığı bozucu faktörlerin de minimuma indirilmeye çalışıldığı bir ortamdır. Ortak deneyim, profesyonel bilgi ve birçok hastanın iç dünyasının çözümlemesiyle oluşan birikimlerin katkılarını da buna eklediğinizde terapinin normal seyirdeki birçok ortamdan daha iyileştirici olması doğaldır.
Psk. Yusuf Cihat DURGUT
7 Ekim 2009 Çarşamba
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Merhabalar,
YanıtlaSilYaşadığımız dünyada kendin olmak zor iş. Özellikle sosyal medya kullanımının artmasıyla insanlar eskiye oranla kendilerini daha az beğeniyor ve kendilerini sürekli değiştirmek için çabalıyorlar. Örneğin; vücudunu beğenen bir kadın sosyal medyadaki estetik reklamlarına maruz kaldığında bir anda acaba ben güzel değil miyim diye kuşkuya düşebiliyor. Bunu medya yönetiyor. İnsanlara kendilerini yetersiz hissettir ve tedavi şekli sun. Bu sistem yıllardır böyle işliyor. Oysa insan kendi olduğunda güzelleşir ve farklılık yaratır. Kendimizle barışmayı, farklılıklarımızın bilincinde olmayı, fırsatlarımızı görebilmeyi, kendimiz olabilmeyi öğrenmemiz gerekiyor. İzniniz olursa ben de ‘’Kendin Olmak’’ üzerine bugün yazdığım yazımı okumanız üzere sizinle paylaşmayı çok isterim: http://www.ebrubektasoglu.com/yazi/kendin-olmak-neydi/
Güzel okumalar dilerim,
sağlıkla kalın.