7 Ekim 2009 Çarşamba

İç Dünyamız, Dış Gerçeklik ve Psikolojik Sorunlar

Hepimizi içinde barındıran (yaşadığımız) bir tek gerçeklik (dünya) vardır. Öte yandan her bireyin zihninde gerçeğe az ya da çok benzeyen tasarımsal bir dünya daha vardır. Bu ikisi arasındaki uyum veya uyumsuzluk kişinin ruhsal sağlık veya sağlıksızlık durumunu belirler.

İç dünyamızın tarifi

Bir kişinin iç dünyasında gerçekte var olan nesnelerin temsilleri ve kişinin kendilik temsili bulunur. Kendilik ve nesne temsilleri tıpkı dış dünyadaki gibi canlı, aktif ve etkileşim içindedir.

İç dünyanın oluşumu dış dünyadaki nesnelerin içselleştirilmesi yoluyla olur. Örneğin bir kişi yeni bir araba aldığında bir miktar zamanını aracın özelliklerini keşfetmeye harcar. Hatta bazen aracın içinde bir şey bulmakta zorlanır. Eğer trafikte aracı kullanmaktaysa aracı durdurup tüm dikkatini vererek istediği şeyi arar. Bir kez araç içselleştirildiğinde artık trafikte seyrederken eller otomatik olarak torpido gözüne gidip bir kalem çıkarabilir veya radyonun ayarını hiç bakmadan yapabilir. Kişi bu esnada hep yola bakıyordur. Peki, radyoya bakmadan nasıl kanal değiştirmiştir? Aslında radyoya hiç bakmamış değildir. Gerçeğine bakmasa da zihnindeki radyoya bakmış ve ayarı ona göre yapmıştır.

Benzeri şekilde evine her uğradığınızda lezzetli yemekler yediğiniz birini düşünün. Yine kapısını çaldınız ve sofraya oturdunuz. Lezzetli yemekleri getirmek üzere değil mi? Lezzetli yemekleri getireceği garanti olan arkadaşınız değildir. Zihninizdeki dünyada yaşattığınız o kişinin temsilidir. Belki bu sefer hazırlıksız yakalandı, belki de yemeğin dibi tuttu.

Gerçek hayat her zaman bu gibi sürprizlerle doludur. Yine de zihniniz çoğu zaman sizi yanıltmaz ve arkadaşınız nadiren yemeği yakar. Yemek yakma işi sıklaşırsa yakmayan bir arkadaş arayışı içine girersiniz. Böylelikle karnınızı doyurup hayatta kalma şansınız artar.

İç dünyanın gerekliliği

İç dünyamızın gerçeklikle örtüşmeme riski olsa da gerekliliği kaçınılmazdır. Hayatta süreklilik fikrinin gelişebilmesi için nesnelerin ve kendiliğin içe alınıp yaşatılması şarttır. Aksi takdirde insanı mahvedecek bir kaos başlar. Kırk yıldır görüştüğünüz bir kişinin kapısını çaldığınızı düşünün. Kendisiyle ilgili hiçbir fikriniz yok. Misafirden hoşlanır mı? İkramı sever mi? Acaba bir şeyler yiyip de mi gelseydiniz? Yoksa bu konuda çok mu ısrarcıdır? Tok olmanıza rağmen zorla yedirir mi? Acaba sizin hakkınızda ne düşünüyor? Gelişinize sevinir mi? Yoksa üzülür mü? Tüm bu soruların cevapsız kaldığını düşünün. Eliniz zile gider de zili çalar mı? Neyse ki tüm bu sorulara cevap verecek birisi vardır. O da arkadaşınızın içinizdeki temsilidir. Siz zili çalmadan o sizi eve buyur edip ikramda bulunur. Siz de zili çalmayı seçersiniz. Tabii, tam tersi de olabilir. Zihninizdeki arkadaşınız gelişinizden hoşnut değilse zili çalmaktan vazgeçer ve başınızın çaresine bakarsınız. Kısacası iç dünyamız bize dış dünyayla ilgili süreklilik arz eden bir fikir sunar ve bize karar verme kolaylığı sağlar.

Dış dünyadaki ilişkilerin tümü arkadaşlık içinde olmadığı gibi tüm kararlar da zile basıp basmamak kadar kolay değildir. Gerçek dünya birçok sıkıntıyı içinde barındırır. Üstelik bu sıkıntıların üstesinden gelmek için çok fazla tekrar şansınız yoktur. Diyelim ki bir ev satın alacaksınız. Hesapların tutması, sizin evi beğenmeniz, iş yerine uzaklığı, ödemeleri yürütüp yürütemeyeceğiniz gibi birçok faktör değerlendirilmelidir. Gerçekte evi alıp banka borcunun altına girmek yerine iç dünyanızda evi alır ve duygunuzu tartarsınız. Hem olacakları denemiş hem de risk almamış olursunuz. Bir başka durumda ilk iş başvurusunu yapan bir genci düşünün. Kim bilir o görüşmeye gitmeden önce zihninde kaç görüşme yapar? İç dünyamız her iki örnekte de risksiz bir prova ortamı sunarak dış dünyanın gerilimlerini azaltmaya yardımcı olmuştur.

Bir de yaratıcılık meselesi vardır. Herhalde yaratıcılığın yegane kaynağı iç dünyamızda dışarıdaki katı gerçeklikten kolayca uzaklaşma özgürlüğüdür. Orada istediğimiz her an yapıp her an yıkma şansımız vardır. İnsan hayalinde ister uçar, ister suyun altında yaşar, isterse uzayın derinliklerinde seyahate çıkar. Bunların içinde gerçeğe en yakın düşenler, dış dünyaya uygulanabilenler yaratıcılık olur.

Aynı örnekler bir de kendimizi nasıl algıladığımız açısından değerlendirilebilir. Eğer ilk örnekte zihnimizdeki arkadaşımız bizi zevkle evine buyur edip ağırlıyorsa zihnimizdeki kendimizin nasıl biri olduğunu bize açıkça anlatan bir tarif sunar. Biz davet edilen, sevilen biriyizdir. Kapıyı çalınca yüzler ekşiyorsa, o zaman pek hoşlanılmayan biriyizdir. Benzeri şekilde iş başvurusu ve diğer örnekler de hep bizi tarif eden, kendiliğimizi anlatan geri bildirimlerdir. Bunları üst üste koyunca sürekliliği olan bir kendilik temsili de içimizde yaşıyor olacaktır.

Başta da söylendiği gibi, içimizdeki kendilik ve nesne temsilleri canlı ve etkileşim içindedir. İçimizde yaşadıklarımız günlük hayatımızda çevreyle kurduğumuz gerçek temas kadar önemlidir. Zira çoğu zaman başvuru kaynağımız gerçek ilişkimiz değil içimizdeki “Nesne İlişkisidir”. Öyleyse kişilerin iç dünyası, davranışları ve dışa vurduğu özellikleri kadar (belki de daha fazla) incelemeye değerdir. Zira dış dünya ile ilişkimizi, huzurumuzu, ruhsal sağlık veya sorunlarımızı belirleyen içimizdeki nesne ilişkileridir. Ruh sağlığı çalışanlarının ilgi odağını da bu alan oluşturur.

İç dünyamız, gerçeklik, psikopatoloji ve psikoterapi

İnsanlar yukarıda saydığımız ve sayamadığımız nedenlerle iç dünyaya gereksinim duyar ve çeşitli şekillerde iç dünyanın nimetlerinden yararlanır. Tabii, bu beklentinin karşılanması için iç dünyanın dış gerçeklikle uyumlu ve kişi için besleyici şekilde yapılanması gerekir. Maalesef, yetiştiğimiz ortam, bizi destekleyen çevre ve genetik özelliklerimizin birleşimi her zaman böyle olumlu bir iç dünya kurgusuna izin vermez.

İnsanların kendileri ve dış dünyayla ilgili algıları yine dış dünyadan aldıkları geri bildirimlerle oluşur. Bir insan ne kadar güzel veya yakışıklı olursa olsun hiç fark edilmiyor veya sürekli olumsuz geri bildirim alıyorsa kendisini çirkin hissetmesi hiç de garip değildir. Benzeri şekilde alanında kariyerinin zirvesinde olup başarısızlık korkusu yaşayan bir sürü insan vardır. Zira elde ettikleri başarılar içlerinde yer eden beceriksiz kendilik imajını silmeye bir türlü yetmemiştir.

Kişi kendini olduğu kadar nesneleri de olduğundan farklı algılayabilir. Bu noktadan itibaren dış dünyayla kurulan ilişkide iç dünya gerçek güçlüklerin çözümü için çalışmaktan çıkmış; dış dünya iç gerginliklerin gerilimini azaltmanın aracı haline gelmiştir. Sanki bilgisayarınıza virüs girmiş ve hiçbir program düzgün çalışmıyordur. Bu oldukça zorlayıcı, çok fazla zaman ve enerji tüketen bir süreçtir. Bu zorlantılı algı, düşünce ve ilişki kurguları kişiyi psikolojik sorunlara sürükler. (Çok uzun ve detaylı olduğu için hangi kurguların hangi psikolojik sorunlara yol açtığına bu metinde yer verilmemiştir.)

Peki, ama bu işin içinden çıkmak mümkün müdür? Eğer mümkünse kişi bunu kendi kendine yapabilir mi? Hayatın içinde bazı ilişki ve ortamlar iyileştirici olabilir mi? Terapi bunun neresindedir? Kendilik ve dış dünyayla ilgili (patolojik veya sağlıklı) algımız çevremizden aldığımız geri bildirimlerle oluşuyorsa bunun her zaman yeniden yapılandırılması söz konusudur. Kişinin kendi kendine bunu yapması mümkün görünmese de uygun destek ortamında iç dünya yeniden yapılandırılabilir. Hayat içinde bazı ilişki ve ortamların (eğer bozabiliyorsa) iyileştirici olabileceği de doğrudur. Terapi destekleyici unsurların yoğunlaştığı bozucu faktörlerin de minimuma indirilmeye çalışıldığı bir ortamdır. Ortak deneyim, profesyonel bilgi ve birçok hastanın iç dünyasının çözümlemesiyle oluşan birikimlerin katkılarını da buna eklediğinizde terapinin normal seyirdeki birçok ortamdan daha iyileştirici olması doğaldır.

Psk. Yusuf Cihat DURGUT

Psikolojik Sorunlarda Bedenin Yeri

Bu yazı “İç Dünyamız, Dış Gerçeklik ve Psikolojik Sorunlar” adlı makalenin devamı, daha doğrusu bütünleyicisi niteliğindedir. Adı geçen makalede içinde yaşadığımız dünya zihnimizde oluşturduğumuz dünya temsili ve bunların etkileşiminden söz etmiştik. O yazıda bedenden ve bedensel algıların ilişkilere ve düşüncelere nasıl eşlik ettiği konusu eksik bırakılmıştı. Oysaki yaşadığımız her an, her ortam ve her olayda bedenimiz de vardır. Zira insanın dünya ile iletişimi beş duyu üzerindendir. Öyleyse bedensiz bir var oluş, bedensiz bir düşünce, bedensiz bir etkileşim düşünemeyiz.

Bedenin duygu ve düşüncelere eşlik edişine sınırsız örnekler verilebilir. Sizi çok derinden etkileyen bir şarkı duyduğunuzu veya coşkuyla sizi sürükleyen bir törende olduğunuzu düşünün. Nasıl da tüyleriniz diken diken olur değil mi? Veya aşık olduğunu söyleyen kimselerden sık sık “Onu görünce (veya düşününce) karnımda bir karıncalanma oluyor.” Sözünü duymaz mıyız? Üzüntü veya sevinç anlarında gözlerimizden yaşlar süzülüvermez mi? Daha hangi birini saysak? Çok sıkıntılı olduğumuzda birazcık uyku hangi birimize iyi gelmez ki?

Yukarıdakiler duygu ve düşüncelerin bedendeki etkilerini anlatan örneklerdir. Elbette bedensel yaşantının da duygu ve düşüncelere etkisi çoktur. En basitinden bir soğuk algınlığında bedendeki kırgınlık duyguya yansır ve içimizdeki isteklerin azaldığını fark ederiz. Soğuk algınlığının bu kadar etkisi varsa bir ameliyatın, beden sağlığı ile ilgili ciddi bir tehdidin veya bir uzvu kaybetmenin etkisini varın sizler düşünün.

Örnekleri sayfalarca uzatabiliriz. Benzerlerini bulmak kolay, bedenimizi ve bedensel yaşantımızı ruhsal dünyamızın dışında tutmak neredeyse imkânsızdır. Diyebiliriz ki,

yaşantımızda hiç bir kesit ve tamamen bedensel (biyolojik) nede tamamen ruhsaldır (psikolojik). Ruhsal olarak zayıfladığımız dönemlerde beden daha korunmasız, beden sağlığımız bozulduğundaysa ruhsal dengeler bozulmaya daha yatkındır.

Bu anlatılanlar gerçeklere değinmekle birlikte bir yanlışı da içinde barındırır. Bu yanlış zaten birlikte var olan ve bir olarak işlemesi gereken ruh ve bedenin birbirinden ayrılmasıdır. Aslında iki ayrı yapı gibi sunulan bu unsurlar, birbirlerinden ayrı tanımlanabilseler de ancak birbirleriyle var olur ve işlerler. Bu ayrık anlatımın temelinde bir takım patolojik unsurlar olduğu düşüncesindeyim. Bilimin içindeki insanlar da insanı anlayabilmek adına bu yanlışa katkıda bulunmaktadır. Bir bütünü kavramak çok zor olduğundan bazılarımız bedeni, bazılarımız da ruhsal yapıyı ön plana alarak çalışmalarımızı sürdürürüz. Bu öne alma bazen diğerini yok sayma mertebesine kadar gider. Oysa beden ve ruh bütündür ve birlikte işler. Biri diğeri olmadan var olamaz. İşlevini sürdüremez.

Peki, bu yapılar birlikte işliyor da bunun psikolojideki yeri nedir? Burada uzun uzun psikolojik sorunların bedenle ilişkisinin literatürdeki yerinden bahsetmeyeceğim. Ancak hastalık adı vermeden bu etkileşimden bahsetmek istiyorum.

Bedensel Faaliyetlerin Kaygıyı Azaltmadaki Rolü

Birçoğumuz sıkıntı anlarında kendimizi buzdolabının başında yiyecek bir şeyler ararken buluruz. Hatta bu durum süreklilik arz ettiğinde yeme bozukluğu ve aşırı kilo almak şeklinde kendini gösterebilir. Stresle birlikte sigara ve alkol kullanımı artabilir. Kısacası yeme içme faaliyetleri günlük ihtiyacımızın ötesinde kaygı ve strese geçici bir çözüm sağlamaktadır. Bu eylemler yeme içmeyle de sınırlı değildir. Hararetle ortalığı toplarken kafamızdaki dağınıklıktan kurtulmaya, sıkı bir temizliğe giriştiğimizde bir derdi veya bir yanlışı temizlemeye çalışıyor olabiliriz. Hatta çok dertli günlerde kendini işe verenler, deli gibi spor yapıp kendini yormaya çalışanlar vardır. Özetle ruhsal sıkıntılarla baş etmek çoğu zaman zordur. Bunun yerine daha tanıdık olan bedensel faaliyetler ve yeme içme gibi haz veren eylemlerle kaygı azaltılmaya çalışılır. Geçici bir rahatlama sağlansa da kaygı veren ve zorlayan durumla gerçek bir başa çıkma olmadığı için sorun tekrar edecek ve yine çözüm bekliyor olacaktır.

Yer Değiştirme ve Dil Olma

Psikolojik sorunlar (kaygı, stres vb) taşıması kadar tanımlanması, anlatılması ve dile dökülmesi de zor olan konulardır. Oysa bedensel sorunlar öyle değildir. Bir ağrıyı, bir sancıyı bir kalp çarpıntısını anlamak ve anlatmak durduk yere gelen bir iç sıkıntısını, bir bunaltıyı bir kafa karışıklığını anlamak ve anlatmaktan daha kolaydır. Sorun açık ve somuttur.

Bu farklılıktan dolayı birçok zaman ruhsal sıkıntıların ifade bulma yolu bedensel sıkıntıyla yer değiştirmek olur. Bu yol kişinin hem sorunu hem de çözümüdür. Evet, bir kalp çarpıntısı ve yarattığı korku bir sorundur ama anlayamadığım dolayısıyla anlatamadığım ruhsal sıkıntımı paylaşmak adına bir çözümdür. Aynı şekilde okula yeni başlarken bu yeni ortamın belirsizliğinin ve çok sevdiği ev ortamından uzak kalmanın kaygısını taşıyan bir öğrenci için şiddetli bir karın ağrısı kolaylıkla kaygının dışa vurumu olabilir. Artık sıkıntı elle tutulur, tarif edilebilir ve çözüm aranabilir bir hale gelmiştir. Bu adeta ruh-beden işbirliğinde sıkıntılı ruh haline karşı oluşturulmuş bir savunmadır. Belirsiz ve karmaşık olan ruhsal sıkıntılar somutlaştırılarak beden üzerinden dışa vurulur.

Beden Algısı ve Ruhsal Sorunlar

Ruhsal sıkıntıların verdiği rahatsızlığı azaltmak için kişilerin nasıl bedenlerinin ihtiyaçlarını yok sayarcasına kendilerini yemeye, içmeye, çalışmaya vb. faaliyetlere verdiğine değinmiştik. Bunun tam tersi de olabilir. Kişi hayatın tüm diğer unsurlarından uzaklaşıp bedenine odaklanabilir. O kadar ki belde yarım santimetre değişikliği fark edebilir, yüzdeki siyah bir noktayı görüp onunla uğraşabilir, kısacası hayatı fiziksel varlığından oluşuyormuşçasına yaşayabilir. Bedendeki her değişiklik azami dikkatle incelenir ve değerlendirilir. Aslında sadece fiziksel varlığa odaklanmanın bedeni yok sayarmışçasına yaşamaktan pek farkı yoktur. Sonuçta bu da fiziksel, ruhsal ve ilişkisel dünyamızın bir alanında bozulan dengeyi bir başka alanda yeniden kurma çabasıdır.

Özetleyecek olursak ruh ve beden sağlığı birbiriyle ilgili ve ilişkilidir. Burada bir takım dengelerin bozulduğu durumlarda kişinin bedensel faaliyetlere kaygı azaltmak amacıyla yöneldiğinden, ruhsal sıkıntılarla baş etmek güçleştiğinde bunları bedensel sıkıntılara dönüştürebildiğinden ve bazen de ruhsal sıkıntıları bedene fazlaca odaklanarak çözme uğraşına değindim. Tabii ki bu yapılanların kasıtlı olduğundan bahsetmiyorum. Bunlar zorluklar karşısında yaşamaya odaklı bir varlık olan insanın geliştirdiği otomatik çözümlerdir. Geçici çözümler bile olsa işlevsellikleri yadsınamaz. İnsanlar bunlar sayesinde yetiştikleri ortama uyum sağlamayı başarırlar. Öte yandan bu uyumun kişiye çeşitli maliyetleri vardır. (Beden sağlığının yitirilmesi, kaygının hafifletilmesine rağmen tekrar etmesi, değişken bir ruh hali vb. Bir başka yazıda bu uyumun kişiye maliyetlerine değinilecektir.) Psikoterapinin amacı bu sıkıntılı ruh hallerini katlanılabilir hale getirmek, kişinin bunlara dayanabilmesi için güçlenmesini desteklemek ve geçici çözümlere sürekli ihtiyaç duymaktansa kalıcı çözümlere yönelmesini sağlamaktır.

Psk. Yusuf Cihat Durgut

6 Ekim 2009 Salı

Çocuklarda Kullanılan Psikolojik Testler Eğitimi

Değerli Arkadaşlar;
Mesleğinizde daha yetkin olmanız ve daha etkili çalışabilmeniz için bir meslek içi eğitim serisi başlattık. Eğitimlerimizin bu bölümünde özellikle okul öncesi yaş grubuna hitap eden ölçme değerlendirme gereçlerini sizlerle paylaşmak istiyoruz.
Bu araçlar yardımıyla okul öncesi çocukların görsel algılarının, motor gelişimlerinin ve duygusal olgunluklarının yaş gruplarına uygun bir şekilde gelişip gelişmediğini ölçme ve değerlendirme yetisine sahip olacaksınız. Böylelikle gözlemlerinizi somutlaştırıp, netleştirebilirsiniz.Etkin ve huzurlu bir çalışma hayatı dileklerimle..
Psk. Ferda Durgut
Eğitimin İçeriği:
• Bender-Gestalt
Bender-Gestalt bir görsel algı testidir. Görsel, hareketsel koordinasyonu, görsel uyaranın algılanması ve motor fonksiyonların yorumlanmasını ölçer.Test 9 şekilden oluşur ve bireyden bunlara bakarak kopya etmesi istenir. Uygulama başlangıç yaşı 5’tir.
• Gesell
9 şekilden oluşan bu kısa test, görsel algı gelişimi ve kabaca zihinsel gelişim hakkında pratik ve kısa bilgi vermektedir.
• Metropolitan Okul Olgunluğu Testi
Verilen yönergeyi anlama ve uygulamayı başarma davranışını ölçen, okula hazırlık düzeyini belirleyen bir performans testidir. Uygulama alt yaşı 5’tir.
• Frostig Gelişimsel Görsel Algı Testi
El göz koordinasyonu, şekil-zemin, şekil değişmezliği, uzaydaki pozisyon, uzay ilişkileri olmak üzere 5 algısal beceriyi ölçen bir performans testidir. Test 5 alt testten oluşur.
Testin hitap ettiği grup 3-8 yaş arası çocuklardır.

Eğitimciler: Psk. Ferda Durgut
Uzm. Psk. Melike Nacak

Kimler Katılabilir:
• Psikologlar ile psikoloji öğrencileri.
• Rehber öğretmenleri ve PDR öğrencileri.
Eğitimin Tarihi: 22 Kasım 2009 Pazar
Eğitimin süresi: 10:00-17:00

Sertifikasyon: Katılım belgesi verilecektir.

Kontenjan: Eğitimimiz en az 10 en fazla 15 kişi ile sınırlıdır.
Ücret:
Öğrenci: 150* TL+ %8 KDV
Mezun: 180* TL + %8 KDV
*Okul öncesi çocuklarla çalışma eğitimine katılanlara ücret; öğrenciler için 120TL+ %8 KDV mezunlar için 150 TL+ %8 KDV olacaktır.

Psikoterapi Nedir?

Psikoterapi sıkıntı yaşamakta olan bir insanın bunu paylaşmaya karar vermesiyle başlar. Yani psikoterapi her şeyden önce bir paylaşımdır.
Kişinin bu kararı alması farklı anlamlar da taşır: “Yaşamakta olduğum sorunu ele almaya karar verdim.” Bazen de bu anlam “Artık sorunumu çözmek istiyorum.” olabilir. Bir başka açılım “Bu sorunu tek başıma değil yardım alarak çözmek istiyorum.” olacaktır. Bu gayet doğaldır. Hayatta hepimiz sorunlar yaşarız. Bazılarını kendimiz hallederiz, bazıları için yardım talep ederiz, bazılarına da dokunmayız bile. Psikoterapinin içinde yardım alarak çözmek istediğimiz sorunlar dile gelir. Öyleyse burada terapistin de bir taahhüdü ortaya çıkar: “Siz sorununuzla ilgilenirken yanınızda bulunmayı, gerekirse ve mümkünse yardım etmeyi vaat ediyorum.”
Artık sorun oluşturan bir meseleyi ele almayı kabul eden iki kişi bir zamanı ve çabayı paylaşmak üzere anlaşmış ve bir araya gelmiştir. Niyette anlaşan bu iki kişi aralarındaki sürecin nasıl olacağı konusunda da anlaşmalıdır. Psikoterapinin her iki katılımcıdan da beklediği şeyler vardır. Bunlar mümkün olduğunca terapi öncesinde hem terapistin hem de danışanın üzerinde anlaştığı bir çerçeveyle belirlenmelidir. Terapiyi başlatan danışanın ihtiyacı olduğuna göre öncelikle bu ihtiyaca odaklanalım.
Danışanın İhtiyacı
Psikoterapide birçok unsur soyut olduğu için danışanın ihtiyacını farklı bir alandan örnek vererek paylaşmak istiyorum. Diyelim ki kaza geçirdiniz ve bacağınız kırıldı. Sizi hastane acil servisine götürdüler. Doktor geldiğinde kendisinden ilk neyi beklersiniz? Sizi iyileştirmesini mi? Bacağınızı alçıya almasını mı? Yoksa uyuşturup acıyı hafifletmesini mi? Bunlar da ihtiyaçlarınızın içindedir fakat öncelikli ihtiyaç anlaşılmaktır. Anlamadan nasıl müdahale yapılabilir ki? Müdahalenin gerekip gerekmediğine nasıl karar verilebilir ki?
Psikoterapi süreci yukarıdaki örneğe çok benzerdir. Danışanların ilk ve en önemli ihtiyaçları öncelikle müdahale edilmeden ve yönlendirilmeden anlaşılmaktır. Kaldı ki ruhsal yapıda birçok şey dolaylı anlatımla paylaşılır ve tespit etmesi daha fazla zaman alacaktır. Ayrıca müdahale edecek araçlar daha kısıtlıdır. Daha da önemlisi psikoterapi sürecinin gerçekten etkin hale gelebilmesi için danışanın terapistine güvenmesi gerekir ki bu da belli bir test evresinin geçilmesini gerektirir. Test evresi erken müdahalelerle uzayabilir hatta hiç aşılamaz hale gelebilir. Öyleyse terapistin en önemli özelliği sabırla ve istekle danışanını dinleme ve kendisinin anlama çabasıdır.
Psikoterapinin İşleyişi
Başta da söylediğimiz gibi psikoterapi biri sıkıntısını paylaşmak isteyen, diğeri ise onu dinleyip anlamak arzusunda olan iki insanın yollarının kesişmesidir. Çaba ortak olsa da süreç bu iki kişi için farklı işler. Unutulmamalıdır ki işlenen danışanın sürecidir. Dolayısıyla üzerinde durulan danışanın süreci olacaktır ve çoğunlukla danışan konuşurken terapist kendisini dinliyor olacaktır. Zorunlu olmadıkça terapist müdahale etmeyecek sessizliğini sürdürecektir. Burada terapist dinlemeye ne kadar istekliyse danışan da paylaşmaya istekli olmalıdır.
Terapide konuşma dışında araç yoktur. Terapist ve danışan yalnızca konuşarak paylaşırlar. Konuşma dışındaki unsurlar mümkün olduğunca terapi odasının dışında bırakılmalıdır. Yemek, içmek, sigara gibi şeyler terapinin doğasına zarar veren geciktirici unsurlardır. Bu konu da terapi öncesinde bir çerçeve ile belirlenmelidir.
Terapinin terapistten net beklentileri vardır. Terapi danışanın kendine has özel sürecinin paylaşıldığı yerdir. Terapist buna saygı duymalı, kendi özel hayatını ve değer yargılarını seans odasının dışında bırakmalıdır. Danışanına yaklaşımı nötr ve yargısız olmalıdır. Danışana özel, onun sürecinin paylaşıldığı, bu anlamda danışanın kendini rahat hissettiği zaman dilimini ve mekanı sağlamak terapistin sorumluluğundadır.
Terapinin Doğası
Daha önce de söylediğimiz gibi, terapi bir sorun alanının paylaşıma açıldığı ve çözümün arandığı yerdir. Bir sorunun bir çok bileşeni vardır fakat terapiye yalnızca danışanın kendisi ve sorunla o güne kadar bir ilgisi olmayan terapist katılmıştır. Peki ya diğer bileşenler ne olacak? Evet, sorunlarımıza bizimle ilişkide olan insanların ve çevre şartlarının etkisi kaçınılmazdır. Ancak, dikkatli bir araştırma yapacak olursak gündemimizde olan sorunların hayatımızın farklı alanlarında, farklı ilişkilerde tekrar ettiğini görürüz. Bu farkındalık, sorunun bir bileşeni olarak kendimizin yerini aramaya teşvik edecektir. Bu anlamda terapi, hayatımızda ve ilişkilerimizde yaşadığımız sorunların bir parçası olarak kendimizi algılayabilme çabasıdır. Bu zorlu bir yolculuktur. Zira yol üstünde hayatımızın birçok unsurunu o güne kadar gördüğümüzden çok farklı bir şekilde görmek ve birçok alışkanlığımızdan vazgeçmek zorunda kalabiliriz. Ayrıca kişiler terapide varlığına katlanamadığı duygularla karşılaşıp, bunlarla baş etmek için kullanageldiği yollardan vazgeçmek durumunda kalabilir. Tüm bu süreç insana sıkıntı verir – bu baş etme yollarının kişiye verdiği birçok zarar olsa bile. Bu bağlamda terapi duygusal ağırlığı nedeniyle yüzleşmeyi ve baş etmeyi ertelediğimiz sıkıntılı alanlara güvenli bir ortamda davet gibidir. Terapi alan kişiler gerçek sıkıntılarına yaklaştıkça zorlanmaları artsa da çözüme daha yakın olacaklardır.
Kimler Terapiye Uygundur
Terapiye uygunluk açısından herhangi bir kişi sınırlaması yapmak mümkün değildir. Ancak, terapinin kişiye getirdiği birtakım yükümlülükler olduğundan (zaman, para, düşünsel ve duygusal efor gibi) bu yükümlülükleri kaldırabilecek kişilerin psikoterapi alması mümkün görünmektedir. Kişinin de bu sorumluluğu almayı kabul etmesi gereklidir.
Sorun alanları açısından değerlendirecek olursak burada da bir sınır getirmek mümkün değildir. Hatta psikoterapi almak isteyen kişi bazen sorun sahibi olmayabilir de. Psikoterapiye bir gelişim süreci olarak da bakılabilir. Kişi nasıl beden sağlığını korumak ve geliştirmek için bir spor faaliyeti yürütüyorsa ruh sağlığıyla ilgili de psikoterapi süreci yürütebilir.
Hayatımızda isteklerimizi çoğunlukla ihtiyaçlar yönlendirse de her istek ihtiyaçtan doğmaz. Öte yandan psikoterapi için istek öncelikli şarttır. Zira istemeden böyle bir süreci yürütmek oldukça zor olacaktır.
Psk. Yusuf Cihat Durgut
Eklenti: Bu makaleyi yazdıktan sonra terapinin tanımını bir alanda dar tutuğumu fark ettiğim için bunu genişletmek isterim. Makalenin neredeyse tümünde terapi sorunu olan bir kişinin sorununu paylaştığı bir alan olarak tanıtıldı. Oysa paylaşmak sadece bir sorun üzerinden olmak zorunda değildir. Zira bazen kişilerin sorunları kendilerine açık da değildir. İnsanlar bazen elle tutulur bir sorunları olmasa da arayış içine girebilirler. Bu arayışlarını paylaşmak istediklerinde terapi yine uygun bir paylaşım alanı olabilir.